Teker Döner

Live free, die hard.


10 Yorum

İlk Gençliğe Yolculuk

Bu sene maaşlı çalışanın dramının bir uzantısı olarak, istediğimiz tarihlerde izin kullanma gibi bir özgürlüğümüz olamadı.  Özge’yle beraber çıkamadık senelik iznimize. Özge Temmuz’da dayısının yazlığına gitti, ben de Ağustos’ta bisikletimle beraber İzmir’e, annemlerin yanına geldim. İzmir’de babamla, Evren’le birkaç saatlik ya da yarım günlük sürüşler yaptık civar yollarda bolca. Yarı zamanlı da annemlerin evden çalıştım. Ama haftasonunu biraz daha büyükçe birşey yapmak için kapatmayı başardım. Bu günce biraz daha büyükçe birşeyin güncesidir. Evren’le beraber çocukluğumuzun en hatırlanılası yıllarını geçirdiğimiz kasabaya yaptığımız bisiklet yolculuğunun güncesi.

Genelde yapmayı alışkanlık edindiğimiz üzere, kondisyonumuzun üst sınırlarını zorlayacak bir rota çizdik. İlk gün Salihli üzerinden Gölcük’e gideceğiz. Yoldan geçerken ayrıca Bozdağ Kayak Merkezi’ne tırmanıp şu ana kadarki en büyük tırmanışımızı gerçekleştirmiş olacağız, 150 km. İkinci gün Gölcük’ten çıkıp Beydağ’a gideceğiz, Beydağ’da anılarımızda yer etmiş mekanları gezip İzmir’e döneceğiz, 200km.

Yola çıkınca gerisi gelir diyerek 17 Ağustos Cumartesi sabahı, 03:30’da yola çıktık. Böyle abuk subuk bir saatte yola çıktık, çünkü tırmanışın önündeki 100 km’yi erkenden yersek, Ağustos yüzünü göstermeden rampayı kolaylarız diye düşünüyorduk.

IMG_62044’ü geçerekten Bornova’da çorbaya durduk. Ama yamulmuş vaziyetteyiz ikimizde, gözlerimizden uyku akıyor, bu saatte de yola mı çıkılırmış, zorumuz ne diye söylenip duruyoruz.

Çorbacıdan sonra Kemalpaşa yoluna çıkıp da bir de kafadan kuvvetli rüzgar yiyince iyice keyfimiz kaçtı. Gündüz kuzey rüzgarı bekliyorduk ama bu süpriz oldu. Ledlerin aydınlattığı daireleri seyrederek, ağır aksak, isteksiz, keyifsiz, uzun süren bir Belkahve tırmanışı yaptık. Belkahve hepi topu 280 metre. Nasıl olacak bu işler acaba, du bakalım diyerek Kemalpaşa tarafına devam ettik.

IMG_6207Kemalpaşa’yı geçerekten güneşin doğmasıyla beraber bir kıpırdanma oldu içimizde. Şehirlerarası yolda karanlıkta sürmek zormuş gerçekten. Her taraf zifiri karanlık, ön lambanın aydınlattığı küçük daire dışında bakacak bir yer, yapacak birşey yok. Darlana darlana pedal çevirmeye çalışmak da olmuyor.

Bisiklet değişik bir spor. Bisiklet üstünde zaman… uzun zaman. Dönen pedallar, uzayan yol ve kafa için istemediğiniz kadar serbest zaman. Dalınan düşünceler bir tarafa, insanın vücudunu dinlemesi, dış faktörlerin kendi vücudu üzerindeki etkilerini değerlendirmesi için de vakit çok. Sıcağın, soğuğun, açlığın, tokluğun, karanlığın, aydınlığın, rüzgarın, yağmurun, asfalt kalitesinin, bisikletin vs. herşeyin vücuda ve kafaya etkileri gözleniyor ister istemez. Hem motivasyon, kararlılık açısından, hem de performans ve kondisyon açısından.

Karanlık ve rüzgar ne kadar keyfimizi kaçırdıysa, Kemalpaşa’yı geçmemizle beraber ufuktan kendisini gösteren güneşle beraber rüzgarın da etkisini yitirmesi, o kadar keyiflendirdi bizi. Vücut uyumayı bırakıp çalışmaya başladı. Biz de standart tempomuzda, coşkumuzda kilometreleri yemeye başladık.

Turgutlu’yu geride bıraktık. Derbent’e yaklaşırken bir rampada önden gidip, tepede durup Evren’in birkaç fotoğrafını çektim. Evren devam etti. Evren’i bir benzinci çay içmeye çağırdı. Çay içtik. Adam benim bisikletle bir iki döndü benzinlik içinde. Çıktık. Derbent tabelasını gördük. Yarım kilometrelik bir iniş var önümüzde.

IMG_6212     IMG_6214

Bunu takip eden 15-20 saniyeyi belki defalarca kafamızda oynattık. Yine de detaylar yerli yerinde olmayabilir. İlk kare, sağdan bu eski zaman postacılarının kullandığı, yanında koltuğu olan 3 tekerli bir motorsiklet geliyor bize doğru bizim gitmekte olduğumuz emniyet şeridinden. 3-4 köpek var motorsikleti kovalayan. Evren benim 10-20 metre önümde. Motora yol vermek için sola kayıyoruz. Motorsiklet sağımızdan geçiyor. Köpeklerin motoru bırakıp bize sarmaları ihtimaline karşılık Evren biraz hızlanıyor. Hayvanlar bir heyecanlı, bir dengesiz. Sağdaki su kanalının 5-10 metre gerisinden yola doğru koşmaya başlıyor bunlardan bir tanesi. Büyükçe bir hayvan, 30 kilonun üstünde olmalı. Bize doğru koşuyor ama bize bakmıyor. Motorsiklette muhtemelen aklı. Evren köpeği farkediyor ama yapması gereken birşey yok. Çünkü şu zamana kadar zaten binlerce köpekle karşılaştık, tanıyoruz hayvanları, artı yapabileceği birşey de yok. Böyle bir şey de yok zaten olasılık kitabında. Yok ama oluyor. Hayvan hızını kesmeden, yönünü değiştirmeden geliyor ve Evren’in bisikletini yandan süsüyor. Darbenin şiddetine rağmen Evren 3-5 saniye bisikletin üstünde dengesini tekrar bulmak için çabalıyor. Bisiklet birkaç kez sağa sola savrulduktan sonra Evren’le beraber devriliyor.

Bisikleti ve kendimizi hemen kenarı çekip Evren’in sağını solunu kontrol ediyoruz. Dizindeki çizik dışında herhangi bir yara bere kırık çıkık yok. Dizde de biraz deri yüzülmüş, ciddi bir durum yok gibi görünüyor. Rahatlıyoruz. Çarpışma sonrası ağlayarak kaçan köpeğin halen daha bir yerlerden inlemeleri geliyor. Ben ikide bir hayvana küfrediyorum. Yok böyle bir gerizekalılık. Bisiklet o kadar iyi durumda değil. Aynakol ve ön teker yamulmuş durumda. Aynakol sekiz olmuş. Hiç ihtimal vermiyordum ama, aynakol’u elimizdeki anahtar takımları ve yol kenarından bulduğumuz taşlarla döverekten düzelttik baya baya, işçilik Evren’e ait. Ön tekerin de akord ayarı kaçmış durumda. Fren pabuçlarını söküyoruz. Şansımıza maşaya sürtmüyor teker. Bunun dışında kaza faturasında bir forma deliği ve kırılmış bir iphone camı var. Ben aslında geçelim karşıya bir otobüs çevirelim İzmir’e dönelim modundayım ama Evren kabul etmediği için Ahmetli’de ya da Salihli’de ön tekerin akordunu yaptırıp, aynakolu biraz daha çekiçlemek üzere bisikletlere biniyoruz tekrardan. Evren de hem kendini hem bisikletini dinleyecek, ona göre bırakmaya ya da devam etmeye karar vereceğiz.

Saat 8 buçuğu geçerekten Ahmetli’ye girdik. Bu saatte açık bisikletçi olmaz dedik ama varmış. Tamirci de şansımıza işini bilen bir adammış. Tamirci ön teker akordunu yaparken biz de dükkandan aldığımız çekiçlerle, taşlarla düzeltemediğimiz yamuklukları düzelttik. Üstüne bakkaldan aldığımız fındık ezmesi ve peyniri bir pastanede poğaça ve simitlerle beraber götürdük. Bisiklet düzelip karnımız da doyunca kazanın şokunu, moral bozukluğunu yavaş yavaş silkelemeye başladık. Evren de kendini iyi hissediyor, devam ettik. Rampaya vurana kadar 3:30 yerine 3:35 de çıksaydık, rüzgar esmeseydi, daha çok esseydi, benzinci çaya çağırmasaydı, şurda basmasaydık orda fotoğraf çekmeseydik geyikleriyle modumuzu düzelttik.

IMG_6216     IMG_6225

Sapağa varmadan önce bir tesiste durup mataralarımızı doldurduk. İçebildiğimiz kadar da içtik. Saat 10 buçuğu bulmuş olabilir. Serinlikte rampaya vurma planlarımız gerçekleşmedi. Güneş şimdiden yakıyor. Bu güneş altında 100 metreden 1540 metreye tırmanacağız. Yoldaki bakkal, çeşme, benzinlik vs. durumları konusunda bir bilgimiz yok. Yeni kahvaltı yaptığımız ve formanın arka cebine de iki poğaça tıkıştırdığımız için tepeye kadar yetecek yiyecek rezervimiz olduğunu düşünüyoruz ama su başka birşey.  Düzde bisikletin hızından kaynaklanan rüzgarın verdiği serinlik rampada olmuyor, artı daha fazla efor sarfedildiği için vücut çok su atıyor. İkişer mataramız var ama olancası o kadar. Susuz kalırsak tırmanışı kesip aşağı döneceğiz. Plan böyle.

IMG_6226     IMG_6230

Yaşayalım görelim diyip, Bozdağ sapağını dönüp vurduk rampaya. Tırmanışın henüz ilk metrelerinde sucuk gibi terledik. Neyse ki ilk çeşmemizi çok geçmeden bulduk. Ayaklarımızı kollarımızı başımızı yüzümüzü ıslatıp koyulduk tekrar yola.

IMG_6239     IMG_6245

Saat 12’yi geçerekten yol üstünde bir tesis bulduk. Ama kimse yok, poğaçalarımızı yiyip yola devam ettik. Evren’in diz de hafiften şişti bir taraftan, deri yüzülmesinden öte bir hasar var, dönelim, salalım Salihli’ye, otobüse atlarız, akşam evde içeriz cümleten falan diyorum ama yanaşmıyor. Bu daha başlangıç, mücadeleye devam.

IMG_6249    IMG_6253

Ama manzaramıza diyecek zor. Bu yoldan çocukluğumda arabayla geçtiğimi ve etkilendiğimi hatırlıyorum. O zaman nasılsa, şimdi de öyle.

IMG_6246     IMG_6258 IMG_6262     IMG_6267

Şöyle ya da böyle, tırmanışın ilk etabını bitirdik. Biz tırmanışı bitirir bitirmez de bulutlar geldi. Çoşkuyla karşıladık kendilerini. Geç geldiniz ama hoş geldiniz, iyi ki geldiniz dedik. Burası 1100 metre. Kırkoluk’ta biraz soluklanıp, mataraları doldurup, amcamın tekinin 5 dakkaya yağmur başlayacak yorumuna gülümseyerek Bozdağ köyüne doğru devam ettik.

IMG_6274     IMG_6276

İlginç bir şekilde 5 dakka sonra yağmur başladı. 4 ya da 6 da olabilir belki ama 10 dakka değil. Önce bir benzinliğe sığınıp biraz benzincilerle geyik yapıp yağmurun dinmesini bekledik ama baktık dinmiyor, Bozdağ’a devam ettik. Bozdağ’da iki adet bir buçuk ödemiş pidesi ve iki büyük çay için 8 lira hesap ödedik. Yanlışlık oldu galiba falan dedik ama yanlışlık yokmuş. Pide 2 lira, çay 1 lira. Pide de kıymalı, peynirli, yumurtalı, maydonozlu vs. bildiğimiz bol malzemeli pide.

Bozdağ’da 3 tane de dağ bisikletçisiyle karşılaştık. İzmir’den arabayla Birgi’ye gelmişler. Ordan vurmuşlar yukarı. Bozdağ Kayak Merkezi’nin olduğu dağın tepesi 2100 metreymiş. Patikalardan oraya kadar tırmanmışlar, dönmüşler. Yakışır dedik.

IMG_6277     IMG_6278

Bozdağ kayak merkezinin karayolu ile ulaşılabilen bölümü 440 metre daha yukarıda. Bozdağ köyünün içinden çıkıyor yolu. Ben ne gerek var kayak merkezine, bizim olayımız bisiklet, gidelim Gölcüğe yiyelim, içelim, eğlenelim çoşalım, bak zaten yağmur dinmiyor, inişte pabuçlar biter falan dedim ama olmadı. Arkadaş azmin eseri olduğu için bi daha ne zaman gelcez de çıkcaz tarzı argümanlarla beni yendi. Molasız çıkalım o zaman, yemeğe uyumaya yeteri kadar vakit kalsın dedik. Çıktık.

IMG_6296     IMG_6298

Kayak merkezi yolunda pek manzara yok. Rakım itibariyle artık zengin bitki örtüsü yerini kel tepelere bırakmış durumda. Sağınız solunuz önünüz arkanız bildiğiniz kel tepe, sararmış otlar, maki vesaire. Muhtemelen bu sebepten, rampanın tepesine tırmanıp da dağların arasına sıkışmış yemyeşil bir yayla görünce dumur oldum. Tırmanış boyunca zaten anlamlandıramadığımız bir trafik vardı. Traktörler, mobiletler, eski model arabalarla, tek tük de olsa köylüler iniyor çıkıyor. Aylardan Ağustos, kayak merkezi kapalı – zaten geçen sene ölümlü kazalar olduğu için kışı da kapalı geçirmiş – nereye gidiyor geliyor bu adamlar demiştik. Manzarayı görünce anladık. Yemyeşil tarlalarla süslü bir yaylaları varmış burda.

IMG_6285     IMG_6287

IMG_6292 Birkaç fotoğraf aldıktan sonra hadi dönelim dedim. Meğer 1510 metredeymişiz. 1540’a gideri varmış. Düzlüğün ucundan sonra biraz daha tırmanış olmalıymış. Fesubanallah dedik, bindik tekrar. Yolun tırmandığı tepe noktasına kadar tırmandık. Çıktığımız en uç noktada Evren’in telefonu 1539 rakım gösterdi. Telefonu havaya kaldırdı, zıpladı etti ama 1540 yaptıramadı.

Aşağıdaki fotoğrafta Evren’in solundaki tesis kayak merkezinin oteli. Evren’in sağında da dağın tepesinden aşağı inen kayak parkuru seçilebiliyor. Karlı halini görmedim gerçi ama bu hali çok korkunç. Bisikletçiler genelde kelle koltukta gidiyoruz derler, özellikle son aylarda camiada yaşanan ölümlü, ağır yaralanmalı kazalar lafın içinin dolu olduğunu da gösteriyor ama bizimkisi kelle koltuksa, bu dağın tepesinden aşağı kaymak başka birşey, o kesin.

IMG_6294 IMG_6295

Dağı geri inip Gölcük tarafına döndük. Bugünkü rotayı tamamlamak üzereyiz artık, 10 km bir yolumuz kaldı. Rakım tabelası görünce, rajona ihanet etmemek adına hızlı bir iki foto alıp devam ettik. Sıradağların içindeki yaylada da yukarda kayak merkezinde gördüğümüze benzer bağlar bahçeler tarlalar var.

IMG_6300     IMG_6303

17:20 civarı Gölcüğe girdik. Bir otele yerleştik, köftemizi yedik, biramızı içtik, oteldeki topçularla biraz geyik yaptık, sekize doğru yattık. Sabah 6.00 da dönecek teker.

IMG_6308     IMG_6311

bir

10 saate yaklaşan bir uykuyla bir önceki günün uykusuzluğunu ve yorgunluğunu atmış bir şekilde yola çıktık sabah. Bugünkü parkurumuz yüksek rakımın ve erken saatin getirdiği serinlikte dün kazandığımız rakımı heba ederek başladı. İnişte üşüdüğümüz için de zırt pırt durup birbirimizin fotoğraflarını çekmeye çalıştık o yüzden ama ışık da çok az sabahın bu saatinde.

IMG_6317     IMG_6330 IMG_6335     IMG_6338

IMG_6343Ödemişte bir çorba içip Beydağ’a devam ettik. Bu yoldan yüzlerce kez geçmiş olmalıyım. Ama yine de virajların köylerin sapakların çoğunu unutmuşum. Beydağ’a 1987’de taşındık. Beydağ’dan İzmir’e temelli göçüşümüz de 1993-94 gibi bir tarih olmalı. Kışları İzmir’de okulda, yazları Beydağ’da geçirdik bu süre boyunca. Keçiborlu’dan Beydağ’a tayinimiz çıktığında üzüntüden ağlamıştım aslında ama Beydağ’a hemen ısındık ve burayı Keçiborlu’dan çok daha fazla sevdik. Şimdi 20 sene sonra Beydağ’ın merkezine çıkan rampayı pedallarken ve gördüğüm çoğu binayı tabelayı yabancılarken, burasının, benim buraya aşinalığımdan bağımsız olarak bir güzelliği, bir havası olduğunu farkediyorum.

IMG_6346Hatırımızda kalan mekanları sokakları gezdik. Mekan derken berber, bakkal, fırın gibi mekanlar. Restoran, bar değil. Bir kahvede bakkaldan aldığımız peynir nutella ve fırından aldığımız ekmekler eşliğinde kahvaltımızı ettik. Sonra lojmanlara yöneldik.

Evren nereye gidiyosun diye seslenmese ben daha sürüyordum. Lojmanların girişine geldiğimizi dahi algılayamadım. Zaten pek lojman girişine benzer bir yanı da kalmamış gerçi girişin ama. Fotoğrafta soldaki bina güvenlik kulübesi, sağda da jetonlu telefon kulübemiz var. Girdik içeri. Bisikletleri büyük şehirde edindiğimiz paronayalardan ötürü, yukarı yoldan görünmeyecek şekilde otların arkasına sakladık. Halbuki bizim hiçbirşeyimiz çalınmadı Beydağ’da. Ev kapıları hiç kilitlenmezdi burda ve anahtarlar kapı üstünde bırakılırdı. Komşular birbirlerinin evlerine zili çalmadan girerlerdi. Hiç bisiklet kilidimiz olmadı bizim burda ki heryere de bisikletle giderdik. Bisikleti bi kenarı atar, maçımızı yapar, havuzumuza girer, beziğimizi, masa tenimizi oynar, bıraktığımız yerden alırdık bisikleti. İzmir’e göçünce sudan çıkmış balığa döndük. İlk iki sene 2-3 tane bisiklet, 2-3 tane de araba teybi çaldırdık. Sonradan sonraya öğrendik malımızı kollamayı.

IMG_6400     IMG_6349

Önce havuz tarafına yürüdük. Solda olimpik yüzme havuzumuz. En azından bize öyle görünürdü. Zamanında cıvıl cıvıldı. Havuz ve çevresinde çocuklar anneler babalar.. havlu serecek yer zor bulunurdu yaz aylarında. Havuzdan lokale çıkan merdivenleri komple ot bürümüş. Sağımıza solumuza diken batırmadan lokalin arka kapısından içeri girmeyi başardık. Sağda bilardo salonumuz. Du en azından bir zamanlar.

IMG_6350     IMG_6356

Yılbaşı gecelerinin düzenlendiği, yemeklerin verildiği, dansların yapıldığı, oyunların oynandığı lokalimizin ana salonu bombalı saldırıya uğramış gibi görünüyor. Gece geç saatlere kadar oturduğumuz, bezik, king, ohel, çay, adaçayı, soda eşliğinde sayısız saatler geçirdiğimiz verandanın durumu da çok farklı değil. Burayı böyle görmek insanın içini çok fena burkuyor.

IMG_6363     IMG_6366

Bu tesisler vakti zamanında Etibank’ın Beydağ’daki Civa ve Antimoan madenlerinde çalışan mühendisler için inşa edilmiş. Yeşilliklerin ortasında 50 daireden oluşan küçük bir site. Lokal, havuz, futbol, basketbol, golf, masa tenisi sahaları ile, cennet yavrusu bir yerdi. Beydağ Kanada ise, Lojmanlar Quebec’di. Daha sonra işletmeler zarar etti veya ettirildi, özelleştirme furyası kapsamında işletmeler devredildi veya kapatıldı, çalışanlar başka yerlere tayin edildi. Lojmanlar da, tüm evleri, sosyal ve spor tesisleri ile beraber çürümeye bırakıldı. Satılmadı, kiralanmadı. Hatta işletmelerin kapanışından sonraki ilk senelerde kapıya bekçi de dikildi. Kimsenin hiçbirşeyden istifade etmemesini garanti altına almak adına herhalde. Böyle zengin bir ülkeyiz işte. Muhtemelen Ankara’da geniş bir koltuğu, dolgun bir maaşı, çalışmayan bir beyni ya da yönetemediği bir egosu olan bir salak “satmayın vermeyin kimseye, Etibank mülkü olarak kalacak o tesis” falan demiştir. Kendisine de peki efendim denmiştir, konu kapanmıştır.

Neyse, asabımızı bozmayalım. Altta body building ve masa tenisi salonlarımız. Body building’le hiç alakam olmadı ama masa tenisi salonunun hakkını veriyorduk vakti zamanında, saatlerce oynardık. Ne turnuvalar.. 3-5-10 saat. Havuza girer, geri gelir devam ederdik, yemek yerdik, geri gelirdik. Gece devam ederdik. Bekçinin gelip bizi çıkardığı olurdu yakındaki lojmanlar uykuya geçer de top seslerinden rahatsız olurlarsa.

IMG_6360     IMG_6361

Yalnız şimdi fotoğrafları yüklerken farkediyorum da, kasklarımızla biraz fazla bütünleşmişiz sanki.. Niye bırakmadık ki bunları bisikletin üstüne. Neyse..  Aşağı doğru yürüyüp evimize geliyoruz. Apartman kapısı ve salonumuz. Böyle görünüyor olsa da, koltuk takımı, masa, vitrin, kütüphane, müzik seti, kasetler, herşeyin yeri aklımda.

IMG_6367     IMG_6368

Mutfak, banyo, oturma odası ve evin ne zamandan beri kullanılmadığını gösteren bir takvim yaprağı.

IMG_6370     IMG_6371 IMG_6372     IMG_6373

Ve kendi odamıza geldik. Köşede bir ranzamız vardı. Ranzanın üstünde bir kitaplığımız. Dolaplarda eşyalarımız. Bu dolap kapakları blue jean’in verdiği şarkıcı posterleriyle doluydu. Ne bileyim Duran Duran, George Micheal bilmemne. Hani öyle fan olduğumuzdan falan değil de, o zaman olay buydu yani, duvara şarkıcı posteri asılması gerekirdi. Asıyorduk biz de. Evren biraz daha büyüyünce bu dolap kapaklarına el koyup  şarkıcı posterlerini araba posterleri ile değiştirmişti yanlış hatırlamıyorsam.

IMG_6377     IMG_6378

Balkonumuz da balkonmuş ama. Şimdi bile çok güzel. Biz o zamanlar üzüm almaya pazara değil balkona giderdik, salataya limon yerine koruk suyu koyardık, öyle de boldu asmamızın üzümü. Karşı dairelerle aramızda bahçelerimiz vardı, domates, biber, fasülye artık ne ekiyorsak o. Geçen 20 senede orman olmuş burası.

IMG_6375      IMG_6376

Annemlerin odasında yerde bir sürü gazete bulduk. İncitmeden çevirdik sayfaları ilk çağ yazıtlarını inceleyen arkeolog edasıyla. Orda yere çöksek saatler geçirebilirdik o gazete sayfaları arasında ama katedilmeyi bekleyen 150 km yol var daha İzmir’e. Güneş de çoktan yükselmiş durumda. Kapı ağzından son kez eski evimize bir göz atıp sitenin kalanını gezmek üzere dışarı çıktık.

IMG_6379     IMG_6380 IMG_6381     IMG_6382

Aşağıda soldaki resimdeki viraj bir yokuşun ucundaki viraj. Fotoğrafta göründüğünden de daha keskin aslında. Annemin bu yokuşun ucunda virajı alamayıp komşunun domates biber bahçesinin içine uçmuşluğu var. Düşüş sonrası her tarafının ağrımasına rağmen ele güne karşı birşeyi olmadığını göstermek adına bisikletine geri binmiş, o ağrılarla lojman çevresinde bir tur daha dönüp öyle atmıştır kendini evden içeri. Azim genlerini annemden almış Evren.

Sağdaki kaldırım da Evren’in o zamanki arabamız, Lacivert Lada Station’ı tostuğu kaldırım.  O zamanlar çoluk çocuk herkes araba kullanırdı. Kimse de aa maa olur mu öyle şey demezdi. Hatta daha yeni yürümeye konuşmaya başlamış bebeklerin şöför koltuğunda baba kucağına alındığı olurdu. Bunlar her evin salon sehpasının üstünde bir tabak dolusu sigara olan, ev oturmasına gelen konuğa kolonyadan önce sigara ikram edilen yıllar. Balkonda sigara içmek ya da şöför koltuğuna oturmamış çocuğu ehliyet sınavına göndermek icat olunmamıştı daha o zamanlar. Biz de çok araba sürdük Beydağ yıllarında ehliyetsiz. Hergün babamın başının etini yerdik arabayı yıkamaya götürmek için, bazen de başarılı olurduk. Şimdi 6 ayda bir arabayı yıkamacıya götüyorsak işte bu yıllardaki araba yıkama doygunluğundan ötürü.

Kazanın olduğu vakitler muhtemelen Evren 12 yaşında. Ben de 17 yaşında tecrübeli gözetmen sürücü olarak co-pilot koltuğundayım. Evren garajdan geri geri çıktı, debriyajı kavratamadı, arka kaldırıma çarptık. Çarpınca da panikle bir anda çekti ayağını debriyajdan. Bu sefer de gittik öndeki kaldırıma çarptık. Ben de gözetmen olarak gözettim durumu. Gözetmen raporunu yazmak da ahanda bu zamana nasipmiş. Ama bu kazayla ilgili asıl güzellik, şu anda bile sesli gülmeme neden olan detay, Evren’in şöför kapısını açıp, kendini yere atıp tepinerek, yolu yumruklayarak ağlamasıydı. Manzara hala gözlerimin önünde ve gülmeye devam ediyorum şu anda 🙂

IMG_6386     IMG_6388

Evren’in dalından düşüp de kolunu kırdığı ağaç. Ve top sahamız. Basket potalarımız, voleybol direklerimiz ve kalelerimiz de vardı burda. Futbol maçlarını adam sayısına göre artık 6’şardan ya da 7’şerden yapardık. Bir sürü seyredenimiz de olurdu. Karşıdaki ağaçların altında 4-5 basamaklı bir tribünümüz vardı, şimdi üstünü ot toprak büyüdüğü için belli olmuyor.

IMG_6389     IMG_6395

Arkadaşlarla sigara içerken babam tarafından basıldığım köşe ve bir yaz kaldığımız başka bir evin salonu.

IMG_6397     IMG_6392

Karışık duygularla yavaş yavaş bisikletlere döndük. Akşam evde olmak istiyorsak artık yola koyulmamız gerek. Kendimizi ne kadar çocukluk yıllarını geçirdiğimiz mekanlarda hissettiysek, ne kadar kendimizi o yılların çoşkuları, heyecanları, acı tatlı olayları arasında bulduysak, bir o kadar da sanki daha önceden hiç bilmediğimiz görmediğimiz bir yeri keşfediyormuşuz gibi hissettik. Sanki bir bilim kurgu filminin içindeymişiz gibi. Nükleer savaş çıkmış da 20 yılımızı yer altında geçirmişiz, sonra yüzeye çıkmışız da yıkılan medeniyetimizin kalıntıları arasında yürüyormuşuz gibi.

Standart rota yerine Halıköy yolundan dönelim dedik. Zaten babamın çalıştığı işletmeyi de görmek istiyorduk. Soldaki resimde arka planda civa işletmesi. Lojmanlar gibi yıkık dökük değil. Beti Bakır bir takım tabelalar da gördük. Özelleştirilmiş olmalı. Devam ettik.

İzleyebileceğimiz birkaç tane rota var. Direk Tire’ye gidip ordan Torbalı’ya bağlanabiliriz. Ödemiş üzerinden Tire’ye ya da Ödemiş üzerinden Bayındır’a gidebiliriz.

IMG_6402     IMG_6410

Biz Ödemiş üzerinden Bayındır’a gitmeyi tercih ettik. Ama sonradan sonraya kötü bir tercih yaptığımızı anladık. Bu rotada asfalt kalitesinin daha iyi olabileceğini düşünmüştük ama değilmiş. Halıköy Ovakent arası rahattı. Ovakent Ödemiş arasında asfalt rahatsız etmeye başladı. Ödemiş Bayındır arasını ise kolbastı tadında geldik.

IMG_6414     IMG_6416

Bir iki kısa mola dışında durmadık nerdeyse hiç, çok sıkıntıya girmeden varacağız galiba gibi düşünüyordum ama Bayındır’da öğle yemeğine durduğumuzda farkettim aşırı yorulduğumu. Uzun oturduk Bayındır’da. Büfe sahibiyle geyik yaptık. Gelen gidenden masamıza oturanlar oldu. Canımız yerimizden kalkmak istemedi hiç. Zaten saat öğlenin 2’si. Havada bulut yok. Duman da yok. Yorgun olmasa da insanın kendisiyle mücadele etmesi gerek o sıcağa tekrar çıkması için.

IMG_64171 buçuk saate yakın bir süre sonra bir şekilde yerimizden kalkmayı başardık, daha 80 kilometre yolumuz var. Hava rüzgarlı. Bu zamana kadar zaman zaman kafadan rüzgar yediğimiz de oldu ama asıl Torbalı, Gaziemir sonrasının sancılı olmasını bekliyoruz yolun. Hava kararmadan eve varmak istiyorsak kalkmamız lazım dedik, kalktık.

Maalesef Bayındır sonrasında da zangır zungur asfaltımız devam etti. Ne kol kaldı, ne kasa, ne bacak. Torbalı’ya yakınsarken asfalt nihayet düzeldi. Düzeldi ama aşırı yıpranmış durumdayız, sağ kasığım ciddi ağrıyor, pedallar dönmüyor.

Tobalı yoluna çıkıp yönümüzü kuzeybatıya çevirmemizle beraber şiddetli rüzgarı da karşımıza aldık. Hızımız 13-15’e kadar düştü. Bir benzinlikte durduk. Evren markete girdi, ben sırtımı Algida dolabına verip yere yayıldım ve oturunca hissettiğim yorgunlukla da anında kararımı verdim. Bu bünye bu rüzgara karşı hayatta Mavişehir’e kadar gidemez. Gaziemir’e kadar kasmaya, ordan da metroya binip  eve dönmeye karar verdim. Evren azimlisinin yolu metroyla tamamlamaya yanaşacağına da ihtimal vermiyorum ama benim kararım net, ben metroyla döneceğim. O sebeptendir ki Evren’in marketten çıkıp da babamı çağırsak mı ya, ben çok yoruldum demesine çok şaşırdım. İyi dedim, madem yoruldun, arayalım babamı. Fikrini değiştirmesin diye de hemen telefonu alıp çağırdım babamı. Ama çocuğun da hakkını yemememiz lazım, dizi şiş. Bütün gün ilaçladı dizini. Acısı var. Dizde sıkıntı olmasa hayatta babamı arayalım demezdi zaten, gaziemir’de öpüşür ayrılır, evde buluşurduk.

Kurtarma ekibi direk çıktı geldi, babam da bisikletçi sonuçta, halimizden anlıyor. Beklerken de bu hallere düşcek adam mıydık biz geyiği yaptık ama çok da toz kondurmuyoruz kendimize. Ben asfalta yüklüyorum kabahati, Evren Ağustos sıcağına veriştiriyor.

Evren’le babam bisikletleri yüklerken ben fotoğraf çekiyorum bahanesiyle işten kaytardım. Evren uzun süre Scott yazısı görünmesin o fotoğraflarda, kanıt olmasın, ben kareye girmem, çekilmem diye kastı ama sonunda dayanamayıp verdi pozunu.

IMG_6420     IMG_6421

Yolculuğun kalan kısmını arabanın koltuklarında yayılarak, babama turu anlatarak geçirdik. Hemen geldik zaten, yarım saat sürmediyse 40 dakka olsun. Aslında bir İzmir rakım nüfus tabelası görsek bisikletleri indirip tabela pozu vermeye niyetlenmiştik ama otobana tabela koymamış alçaklar. Bisikletleri indirme işini de kare kare görüntüledim. İyi iş çıkarttı arkadaşlar.

IMG_6424     IMG_6425

Böylece turumuzu noktalamış olduk. İlk gün 1540 metrelik Bozdağ Kayak Merkezi eşliğinde sürülen 150 kilometreye, ikinci gün anca birkaç tepe çıkıp daha 150 kilometreyi bulmadan alo baba diyerek gölge düşürdük, bisikletçinin rajonuna da ters düştük ama öyle ya da böyle iki güne son derece renkli, keyifli bir tur sığdırdık. Aldığımız keyif, kazamızı, yorgunluklarımızı, güneş yanıklarımızı, havlu atışımızı fazlasıyla bastırdı. Devam…

IMG_6426

iki